Herhangi bir yere, tesâdüfen toprağa düşen bir tohum, gelişir büyür meyve verir. Buna hudâyinâbit denir. Gelişimine uygun bir zemin, ıslahlaştırılmış bir tohum ile zirâî işlerden anlayan işinin ehli bir kimsenin gözetiminde yetişen bir fidan elbette farklı olur. Bunun için enstitüler kurulmuş, sahasında uzman insan yetiştirilmiştir. Böyle bir kurumun bulunduğu ortam diğer ortamlar gibi değildir. Asr-ı saâdet övülmüş ve ashâbı da Kur’ân-ı Kerîm’de vasfedilen zümre olmuştur. Nurdan yaratılan Resûl-i Ekrem (sav) Rabbânî terbiye ile âlemîne rahmet oldu. Nebîler vahiyle, velîler ilhamla, mü’minler takvâ ile asrının yegânesi oldular. Kâmil mürşidler, insanlığa hayat bahşedecek “biri” bulmak için çırpındılar. Mukteda bih olmak kolay değil de onun için. Kendisine tebâiyyet edilen, kendisine uyulan kibrit-i ahmer, toprağı altın yapan iksir “tek”lerdir. Tasavvufta, bir yönüyle bunlara “müferridûn” denir. Kur`ân-ı Kerîm’de “Sâbikûn” öne geçen, Hakk’ı unutmayan, dâimâ Allah ile berâber olduğunu bilen ihsan erbâbıdır. Zât’ını ancak Zât’ıyla gösteren Hak Teâlâ’nın ferdiyet tecellîsine eren kişidir. O, bir olan, eşi ve benzeri bulunmayan Hak Teâlâ’ya çağırır. Hakk’ın kelâmıyla huzur ortamına dâvet eder. “Onlar için Rableri katında selâmet yurdu (Cennet) vardır ve O (Allah), yapmakta oldukları (sâlih ameller) sebebiyle onların dostudur.”1 “Allah Teâlâ cennete çağırır ve dilediğini doğru yola eriştirir.”2 Zindâna benzetilen dünyâda, Leylâm’ı ver de beni kabre ko diyen mecnûnun, sevdâsına ortak olmaktır ihsan mertebesi.
Cenâb-ı Hakk’ı görmeyi murâd eden Mûsâ (as) Tûr dağında tecellîye erişti. Cebrâil (as)’la Sevgili Peygamberimiz (sav) Cebel-i Nûr’da görüştü. Havva annemiz Âdem (as) ile Arafat dağında buluştu. Tohum mümbit toprakta yetişince ürünü verimli olur.
“Güzel memleketin bitkisi Rabbinin izniyle (güzel) çıkar; kötü olandan ise faydasız üründen başka bir şey çıkmaz. İşte biz şükreden bir kavim için âyetleri böyle açıklıyoruz.”3
Ashâb-ı Güzîn Resûlüllah (sav)’in ortamında Kitâb-ı Mecîd’de vasfedilen kimseler oldu. Ârifler sâdıkların meclisinde kemâle erdi.
“Kişi arkadaşının dîni üzeredir (onun yaşayış tarzından etkilenir). Öyleyse her biriniz arkadaşlık edeceği kişiye dikkat etsin.”4
İnsan muhakkak arkadaşından etkilenir. Arkadaş sonunda kendi rengini, huy ve davranışını arkadaşına verir.
“Ey îmân edenler! Allâh’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla berâber olun.”5
Ustasının elinde sadef şekillendi. Değeri ölçülemeyecek bir cevher oldu. Kıymetini ihsan mertebesini anlatan şu âyette buldu: “Nerede olursanız olun O sizinle berâberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir.”6
Sevgili Peygamberimiz (sav) de: “Kişinin nerede olursa olsun Allâh’ın kendisiyle berâber olduğunu bilmesi, îmânın en üstün mertebesindendir.”7
İhsan mektebinde yetişen, hedefini gözeten, nefsinin ıslâhı rûhunun kemâlini hedefleyen; insanlığın huzûrunu temin eder. Nebîler Nebîsi (sav) Efendimiz buyurur: “’İnsanlar iyilik yaparlarsa biz de iyilik yaparız, zulmederlerse biz de zulmederiz.’ diyen zayıf karakterli kimseler olmayın. Bilakis iyilik yaptıklarında insanlara iyilik yapmayı, kötülük yaptıklarında ise onlara zulmetmemeyi alışkanlık hâline getirin.”8
“Allah, her işte ihsânı (güzel davranmayı) emretmiştir…”9
İhsan, Allâh’ı görüyormuş gibi yaşamak, yapılan her bir işi sağlam yapmak demektir.
İhsan ahlâkı olmazsa adâletin yerini zulm alır.
Kendine zulmeder kişi, Yaratan Hâlık’ına muhâlefet ettikçe. İhsan erbâbı bir kişi olur ama, âlemin sulhunu sağlar. Belki canından da olur fakat cansızlara can olur. Gazze ve inancından dolayı zulüm görenlere ihsanla. Gönlü ve beyni aç olanlara tebliğle dâvetle.
Dipnotlar
1 En’am, 6/127.
2 Yûnus, 10/25.
3 Araf, 7/58.
4 Tirmizî, Zühd, 45.
5 Tevbe, 9/119.
6 Hadîd, 57/4.
7 Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, (I – X), Beyrut, ts. I/60.
8 Tirmizî, Birr, 63.
9 Tirmizî, Diyât, 14.