Her şeyin Hâlık’ı, yaratan ve yaşatanı Mevlâ-i Müteâldir. O’ndan geldik O’na döneceğiz. Rûhundan ruh üflemesiyle Zât’ından gayri değiliz, ayrı da değiliz. O hiç bir şeye benzemez. Sevgili Peygamberimiz’in (sav) mübârek kelâmlarıyla: “Sen Kendini senâ ettiğin gibi yücesin.”1 Kayısının çekirdeği kayısı değildir, ama kayısı çekirdekten olur. Buz su değildir, fakat buz sudan oluşur. Nefes kişinin kendi değildir, ama nefes de insandan meydana gelir. Ne muttasılız, ne de munfasıl; ne aynıyız ne de gayrı. Görünen ne varsa O’nun eseri. Baktığı eşyâda O’nu görenler, eserden müessire geçenlerdir.
“Âyinedir bu âlem her şey Hakk ile kāim.
Mir’ât-ı Muhammed’den Allah görünür dâim.”
Kâinâtı insan için, insanı da Zât’ı için yaratan Rabbimiz, bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurur: “Bilmiş olunuz ki, her cesette bir kalb vardır. Her kalpte bir gönül vardır. Her gönülde bir sır vardır. Her sırda bir gizlilik vardır. Her gizlilikte, daha büyük bir gizlilik gizlidir. İşte, Ben bu gizlilerin gizlisindeyim.”
Hakīkata âşinâ Yûnus dillendirir bu gerçeği:
“Sensin bize bizden yakın,
Görünmezsin hicap nedir?”
Kendini bulma, aslına erme noktasında:
“Beni bende demen, bende değilim,
Bir ben vardır bende, benden içeri” der Mevlânâ.
“Senin içinde bir can var, o cânı ara!”
Hakk Teâlâ’ya âyinedir insan. Görünen varlıklar, sıfat ve isimlerinin tecellîsidir. Sevgili Peygamberimiz (sav): “Yâ Rabbi, eşyânın hakīkatını bana göster.” diye duâ etmiştir. Eşyâ, bizi yaratan Rabbimizin sıfat ve isimlerinin tecellî ettiği aynalardır.
Mü’min, Allah Teâlâ ile zihnî ve kalbî bir ilişki içindedir.
Abdullah en-Ninaci (ks): “Allâhü Teâlâ’yı unutmak, O’ndan gâfil olmak, Cehennem’e girmekten daha şiddetli bir haldir. Allâhü Teâlâ’dan başka şeyleri anmak, onlardan bahsetmek kalpte kasvete, katılığa sebeb olur.”
Esmâ ile müsemmâ olunca, İlâhî ahlâk ile ahlâklanınca hep O’nu çağırır âşık kul.
Niyâzî Mısrî (ks):
“Bakıp cemâl-i yâre çağırırım dost dost.
Dil oldu pâre pâre çağırırım dost dost.”
Eserden müessire, esmâda müsemmâ deryâsına akarken nehrin mevceleri, dalgaları şu sözleri terennüm eder:
Bağrımdaki biten taşlar
Muhammed’in aşkındandır
Gözlerimden akan yaşlar
Muhammed’ in aşkındandır.
Muhyiddîn-i Arabî (ks) “Kulun halleri ilâhî isimlerin tecellîsidir. Kul bir bedendir, ona tekābül eden ilâhî isim ise onun kalbi gibidir.”2 der.
Gazzâlî (rh.a), “Kulun mükemmellik ve mutluluğunun, Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklanmaya, O’nun isim ve sıfatlarının mânâları ile bezenmeye bağlı olduğunu” ifâde eder.
İsm “varlıklara verilen ad”, müsemmâ “adlandırılan varlık” demektir.
Dünyâda her bir eser, müessirinin eserleri olduğunu gösterir.
Her bir isim, fiil, eser, kâinâtın sahîfelerinde ve satırlarında, kâtibinin imzâsını taşır.
Ârifler eşyâda esmâyı, diğerleri gözün merceğine düşenleri, ehlüllâh esmâda müsemmâyı müşâhede eder. Lambanın ışığını değil, ışığın kaynağını görür Hakk dostları. Akan suyun menbaına bakar. Nîmeti değil, mün’imi, nîmeti bahşeden Hâlik-ı Teâlâ’yı müşâhede eder. Zikrini unutur, mezkûru, zikrettiği Allah Teâlâ’yı bulur.
Mecnûn’a sordular Leylâ nic’oldu
Leylâ gitdi adı dillerde kaldı
Benim gönlüm şimdi bir Leylâ buldu
Yürü Leylâ ki ben Mevlâ’yı buldum
Leylâ Leylâ derken Allâh’ı buldum
Abdül Ahadin Nuri Hazretleri hakīkate dönmeyi anlatan beytinde:
“Sofiya esmâda kalma, gel müsemmâ dersin al
Bil müsemmâdır, hemân tâlim-i esmâdan garaz” der.
İnsan sevdiğinin ismine değil zâtına tâlib olmalı.
Yalvarıp yakarırken, tazarru ve niyazda esmâ ile yalvarırız Rabbimize. De ki: “İster Allah diyerek, ister Rahmân diyerek yakarın; hangisiyle yakarsanız olur, çünkü bütün güzel isimler O’na mahsustur.”3
Eşyâyı anlamak Yaratıcıya giden yoldaki vâsıtalardan biridir. İbn Arabî, eşyânın hakīkatinin esmâ-i hüsnâ (tecellî)’den ibâret olduğunu söyler.
Esmâ ile müsemmâya en güzel örnek, Sevgili Peygamberimiz’in ahlâkını soran Sad b. Hişam’a, Aişe annemizin verdiği cevaptır: “Nebiyy-i Muhterem (sav)’in ahlâkı Kur’ân idi.”4
Dipnotlar:
1 et-Tergib ve’t-Terhîb, II/119, 120.
2 el-Fütûḥât, I, 41-42.
3 İsrâ, 17/110.
4 Nesâî, Kıyâmü’l-leyl, 2.