Doğumu: Pencab-Beytale, H.1158 / M.1745
Vefatı: Pencab-Dehli, H.1240 / M.1824
Şemâili
Orta boylu, esmer tenli, seyrek sakallı, güzel yüzlü idi. Nesebi Hazreti Ali (r.a)’a varır, seyyid idi. Allâme bir zât idi. Âşık tâliblerinin gönlünde tasarruf eyler, binlerce dervişi bir anda feyz, cezbe ve vâridât-ı İlâhiyyeye vâsıl eylerdi.
***
Künyesi, Hazreti Ali (r.a.) neslinden Pencap’tan, Dehli’den Şâh Ali Abdullah’tır. Pederleri Seyyid Abdüllatîf Hazretleri riyâzat ve mücâhede ehli, yeşil ot yiyen ve sahralarda cehrî zikirle meşgul olan sâdık bir Kâdirî tarîkatı dervişi idi. Bir gün rüyasında Hz. Ali (r.a.)’ı görür:
– Ey Abdüllatîf! Hakk Teâlâ Hazretleri sana bir erkek çocuğu ihsân edecektir. Ona bizim ismimizi koy! buyurur.
Hakikaten çocuk doğduğunda adını Ali Abdullah koydular. 13 yaşına geldiğinde babası onu Dehlâ’ya çağırıp kendi Kâdirî şeyhinden ders aldırmak istedi. Ali Abdullah oraya varıncaya kadar Şeyh Nâsıruddîn Hazretleri vefat etti. Babası:
– Oğlum, seni benim mürşidime inâbe için çağırmıştım. Mukadder değilmiş, olmadı. Şimdi canına hangi taraftan marifetullah kokusu geliyorsa o tarafa yönel, diyerek izin verdi.
Bu izin üzerine Ali Abdullah zamanının büyük meşâyihini ziyaret etti. Sohbetlerinde bulundu, himmetlerini aldı. Nihayet 22 yaşına vardığında Mazhar-ı Cân-ı Cânan Hazretlerini buldu ve bir beyitle arz-ı teslîmiyet gösterdi. Hazreti Şeyh:
– Oğlum, burası tuzsuz taş yalamak gibidir. Başka zevkli, şevkli yer ara! buyurdu. Abdullah:
– Benim aradığım da tuzsuz taş yalamaktır, dedi ve teslim oldu.
15 sene Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretlerinin hizmet ve sohbetlerinde bulundu. Evvelâ Nakşbendiyye tarîkının seyr ü sülûkunu ikmâl etti. Sonra Kâdiriyye, Çeştiyye ve Sühreverdiyye tarîkatlarının ders ve hilâfetlerini aldı ve Hazretin postuna oturdu.
Kalblerde gizli olanları keşfen bilmeleri, müşkülleri halletmeleri, hastalara şifa vermeleri, gâibleri bulmaları Hazretin şöhretini artırdı. Muhîtinin yegâne müracaat makamı olarak tanındı. Usûl ve terbiyesi mühimdi. Çok büyük zâtlar yetiştirmiştir.
Yaşlandığında dilinden düşmeyen beyitler şöyledir:
Ey sevgilim, ey sevgilim (Rabbib) kocadım, bittim.
Aşkının nûru üzerime düştükçe gençleşiyorum!
“Tâlib-i sâdıkın, matlûb ve mahbûbunu mülâhaza ve tefekkürden bir lâhza gaflet etmemesi lâzımdır.”
“Kendi mecalsizliğimden şu kadarcık haberdarım ki:
Ey mâşûk-ı hakîki Rabbim! Senin cemâlini görmek için gözlerimi her tarafa çeviriyorum.”
***
Cehennem azabından korktuğu bir gecede rüyasında Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
– Sen bizi sevenlerdensin. Bize muhabbeti olan cehenneme girmez! buyurur.
Nakşbendiyye tarîkatının dört meseleden ibâret olduğunu söylerlerdi:
Def-i havâtır,
Devâm-ı huzûr,
Cezbe,
Vâridât.
Âşık tâliblerin bâtınlarına (kalblerine) tasarruf ederlerdi. Binlerce dervişân bir anda feyz ve berekât-ı sübhâniyye ile cezebât ve vâridât-ı İlâhiyyeye vâsıl olmuşlardır.
1240 senesinde Safer ayının 22. günü, işrak vaktinde, yetmişiki yaşında Dehlâ’da vefât etmiştir.
Silsilede emâneti Mazhar-ı Cân-ı Cânân Şemsüddîn Hazretlerinden almıştır. “Pîr Dehlevî Cân Gevherî” diye anılır.