Eğer kişi zihin ve gönül kararmasına tutulur, hak ve hakîkati inkâr edecek olursa; zarûrât-ı dîniyenin tamâmını veya bir kısmını reddederse ebedî olarak cehennemde kalmayı hak etmiş olur. Anlayış ve kavrayış kolaylığı olarak insanın tevhîdini yok eden ve fıtratını bozan hususları şu ana başlıklar hâlinde verebiliriz:
1-Allâh’a ibâdette başka varlıkları O’na şirk koşmak. İbâdet ve itâat mutlak anlamda sâdece Allâh’adır. Allah’tan başkasına ibâdet eden kâfir olur. Kişilere itâat ise izâfîdir. Yüce Allâh’a isyân içeren hiçbir konuda mahlûkâta itâat edilmez.
2-Allah ile kendi arasına putları aracı koymak ve onlardan yardım talebinde bulunmak. Putların şefâatini ummak. Putçuluğun ilkel ve modern bütün şekilleri küfürdür. Konuyla ilgili âyet gâyet açıktır: “يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْاَنْصَابُ وَالْاَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ” “Ey îmân edenler! Şarap (başta olmak üzere, bütün sarhoşluk verici ve uyuşturucu maddeler,) kumar, (yâni haksız kazanca sebep olan her çeşit şans oyunları, Allâh’ın hükümleri reddedilerek O’ndan başka ilahlaştırılan varlıkları temsil etmek üzere ortaya konan işâretler, semboller, rozetler,) dikili taşlar, (heykeller, büstler, ikonalar, putlar) ve (yapacağınız işlerde, ilâhî vahyi rehber edinip karar vermek yerine; medyumluk, astroloji,) fal okları (gibi bâtıl inançlarla hayatınızı yönlendirmeniz size yasaklanmıştır. İşte bütün bunlar) şeytan işi iğrenç birer pislikten başka bir şey değildir! O hâlde, bunlardan uzak durun ki (dünyâ ve âhirette) kurtuluşa eresiniz!”1
3-Müşriklerin kâfir olmadıklarına inanmak veya onların küfürlerinden şüphe etmek; gidişatlarını doğru ve hak kabûl etmek. Müslümana haksız yere kâfir demek ne kadar tehlikeli ise küfrü açık ve mutlak olan birine de Müslüman demek îtikāden o kadar tehlikeli bir durumdur.
4-Peygamber’in (sav) getirdiği hayat tarzından başka bir hayat tarzını daha sahîh kabûl edip başkalarının verdiği hükümleri Rasûlullâh’ın hükümlerinden bile güzel görmek. Tâğûtların hükmünü Allâh’ın ve Elçisinin hükmüne tercîh etmek. Rasûlullâh’ın getirmiş olduğu hayat tarzı, Allah Teâlâ’nın emrettiği vahyin uygulama biçimidir. Dolayısıyla kurumsal anlamda sünnet; Kur’ân’ın yaşanmış şeklidir. Hz. Peygamber’in getirmiş olduğu hayat tarzı ve dünyâ görüşü varken ideolojileri din edinip onların sunmuş olduğu hayat tarzlarını genel geçer kabûl etmek küfürdür.
5-Peygamberin getirmiş olduğu dînî emirleri yaşasa bile onun getirmiş olduğu dînî hükümlerden herhangi birine kin duymak. Resmî ideolojinin dayatması ve modernitenin etkisiyle bir kimse şer’î hükümlerden birini beğenmez veya ona kin duyacak olursa, böyle birinin Müslümanlıkla bir alâkası kalmaz. Günümüzde siyâsî ve iktisâdî alanda bu tip reddiyeler ve kin duymalar sözlü ve yazılı basın vâsıtasıyla dışa vurulmaktadır. Sözde okumuş kesim arasından birçok örnek vermek mümkündür. Seküler ve laik yönetimlerde dîne sâhip çıkan örgütlü kurumsal yapılar olmadığı için bu tip kişilere küfürleri hatırlatılmamaktadır. Bundan dolayı hem dînin hükümlerine kin duyan hem de bayram namazına gidip kendini Müslüman sayan çelişkili kimseler oldukça çoktur.
6-Hz. Peygamber’in insanlığa tebliğ ettiği din ile veya bu dînin belirlediği sevap ve ikāb ile alay etmek. Din kendisiyle alay edilmeyecek olan ilâhî vahiylerin toplamıdır. Alay edenlere alınacak karşı tavırlar Kur’ân’da belirtilmiştir.2 Alay edenler kâfir gruplardan olursa, onlarla “velâyet” bağının kurulmayacağına dâir onlarca âyet vardır. Şâyet dînin hükümleriyle alay edenler Müslüman (!) iseler, onlara yaptıkları günâhın îmânı yok ettiği hatırlatılır ve tövbeye çağrılırlar. İslâm ülkesinde ise bu tip kişilere takdîr edilen cezâlar vardır. Bu cezâlar İslâm’ın bütünlüğü içerisinde verilmiyorsa orasının siyâsal kimliğinin Müslümanlıkla bir ilgisi yoktur.
7- Müslümanların aleyhine olarak kâfirlere yardım etmek. Kâfire yardım, onun inancına duyulan sevgi ve saygıdan dolayı ise bu haramdır ve küfürdür. Onları velî edinmenin haramlığının içerisinde onlara gereksiz yerde yardım etmek de vardır. Bu çerçevede Allah Teâlâ, kâfirleri velî edinmeyi yasaklamıştır. Kâfirlerin velî edinilmeyeceğine dâir yüzden fazla âyet vardır. Konuya karşı çok duyarlı olan Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim zâlime bir bâtılı hak gibi gösterip hakkı yok etmek, çürütmek amacıyla yardım ederse o kimse Allâh’ın zimmetinden çıkar.”3 Kâfire yardım etmenin îtikādî sakıncasıyla ilgili ise Rasûlullah (s.a.v.) şu uyarıyı yapmıştır: “Kim bir kimsenin zâlim olduğunu bile bile ona yardım eder ve onunla ortak hareket ederse şüphesiz ki o, İslâm’dan çıkmıştır.”4 Bu bağlamda şu hakîkati de unutmamak gerekir: Müslümanların sırları kâfirlere verilmez ve onlar sırdaş da edinilmez. Kişinin kendisiyle ictihâdî farklılık taşıyan kardeşlerini küfür ehline şikâyet etmesi ve onların sırlarını inkârcılara vererek yok olmalarına vesîle olması insanın inancına sirâyet eden tehlikeli bir durumdur.
Kur’ân-ı Kerîm, Müslümanların aleyhine olarak Yahudiler ile işbirliği yapan münâfıkları kınar ve bu davranışlarının sebebi olarak da küfürdeki berâberliklerini gösterir. Bugün küfrün sembol devletleri Batı Avrupa Ülkeleri, Amerika ve Rusya’dır. Elbette başta da büyük şeytan Amerika’dır. Müslümanların emperyalist devletlerle işbirliği yapmaları ve zenginliklerini onlara peşkeş çekmeleri İslâm’a ve ümmete ihânettir. Kâfirlere yardımdır. Dünyâda gerçek bir İslâm devleti olsaydı bugünkü yaşadığımız olumsuzluklar kesinlikle olmazdı. Ümmetin beyin göçünün, yer altı zenginliklerinin ve diğer gelirlerinin ucuz sermâye olarak kâfirlere talan ettirilmesinin suçlusu işbirlikçi rejimlerdir. Olmayan İslâm devletinin üzerinden Müslümanları kınamak ve din karşıtı rejimlerin faturalarını İslâm’a çıkarmak art niyetli bir yaklaşımdır. Unutmayalım ki bugün için yeryüzünde vahyi merkeze alan ve Hz. Peygamber’in temsîlini rehber edinen bir İslâm devleti yoktur. Amerika’nın ve siyonizmin güdümündeki sözde devletleri(!) İslâm devleti saymak gerçek bir cehâlet örneğidir.
8- Bâzı insanların Hz. Peygamber’in (s.a.v.) getirdiği dîne; İslâm’a uymalarının gerekmediğine inanmak. “Allah katında tek din İslâm’dır.”5 Allâh’ın göndermiş olduğu peygamberlerin hepsinin getirmiş olduğu dînin ortak adı da İslâm’dır.6Yüce Allah (cc), insanlığa Yahudilik ve Hristiyanlık diye bir din göndermemiştir. Yahudilik ve Hristiyanlık Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ peygamberlere gelen tevhîd dîninin sonraki yıllarda insanlar eliyle tahrîf edilmesi ile ortaya çıkmış hurâfelerdir.7 Hz. Peygamber (s.a.v.): “Bu ümmetten her kim, ister Yahudi ister Nasrânî (Hristiyan) olsun, benim kendisi ile gönderilmiş olduğum şeyleri (İslâm dîninin muhtevâsını) kabûl edip îmân etmezse o mutlakâ cehennemliktir.”8 buyurmak sûretiyle hak dînin İslâm olduğunu belirtmiştir. İslâm’ın dışında din aramak nasıl ki haramsa aynı şekilde şer’î tekliflerin bir insandan kaldırıldığına inanmak da haram ve küfürdür. Hz. Peygamber (s.a.v.) bile tüm dînî emirlere muhatap olduğuna ve her bir emri azîmet fıkhıyla yerine getirdiğine göre hiç kimseden dînî hükümlerin kaldırılması söz konusu olamaz. Din, insanların hayatlarının genişlik alanına da,9 derinlik alanına da hükümler koymuştur.10 İnsanlar bu hükümlerden hayâtın uzunluk alanı dediğimiz buluğdan ölene kadarki sürede sorumludurlar. Âyet-i kerîme gâyet açıktır: “وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ” “Ölüm sana gelene kadar Rabbine (itâat ve) ibâdete devâm et.”11 Bu âyet dînî tekliflerinin dâimî oluşuna delildir. Mükelleflerden, mâzeret olmadan şer’î tekliflerin kalktığını iddia etmek küfürdür.
“Yakîn” kelimesini kesin bilgi ve mârifet diye çevirmek hatâdır. Kendilerine eşyânın hakîkati öğretilen peygamberler ve mârifette zirveye ulaşan Hz. Muhammed (s.a.v.) şer’î teklifleri hakkıyla edâya çalışmışlardır. Hattâ Rasûlullah ayakları şişene kadar gece ibâdetine devâm etmiştir. Durum böyleyken âyeti, mâhiyeti bilinmeyen “kesin bilgi” diye çevirmek deyim alanından uzaklaşmak olduğu gibi Peygamber (s.a.v.)’in tefsîrine de aykırıdır.
9-Sihir yapmanın veya yaptırmanın meşrû olduğunu kabûl etmek. Sihiri, İslâm toplumunun sosyal dokusunu veya insanın sağlığını bozacak şekilde kullanıp onunla birey ve âilelerin yok olmasına sebep olmak haramdır.12 Yuvaların yıkılmasında kullanmak ise haramlığı ile berâber topluma karşı işlenmiş cinâyettir. Sihir nedeniyle sihirbazlar, İslâm toplumunda can emniyetini bile kaybedebilirler. Çünkü işledikleri günah çok ağırdır. Hz. Peygamber (s.a.v.), yakıcı büyük günahları açıklarken sihir yapmayı da bunlardan biri olarak saymış13 ve “Kim iplere düğüm atar ve onlara üflerse sihir yapmış olur. Kim de sihir yaparsa Allâh’a şirk koşmuş sayılır.”14 buyurmuştur. Çünkü sihirde yaratma sıfatını taklîd ederek eşyâya hükmetme inancı vardır. Bu bağlamda yaratma alanında Allah Teâlâ’nın mutlak varlık oluşuna inanmamak mânâsı vardır.
10- Bile bile Allâh’ın dîninden yüz çevirmek, onu öğrenmemek ve onunla amel etmemek.15 Bile bile kaydı önemlidir. Çünkü bu ifâdenin altında yatan anlam; ilâhî emirleri reddetmek ve ilâhî hakîkat karşısında direnmektir. Sayılan bu konular insanın îmânını yok edip kelime-i tevhîdini bozdukları için âcilen tashîh edilmelidir. Tezkiyenin başlangıç yeri önce îman sonra da ahlâk ve amel alanlarıdır. Amelde tashîh sağlanır ama îtikattaki bozulma devâm ederse hiçbir tezkiyenin faydası olmaz. Bu sebepten dolayı bütün peygamberler îtikadda tezkiye ile görevlerine başlamışlardır.
Yüce Allah, insanları tezkiye etmek için peygamberler gönderdiği gibi, tezkiye yollarını da bizlere onlar vâsıtasıyla öğretmiştir. Buna göre insanlar; îmânı kâmil anlamda tercîhle, vahiy aracılığı ile Allah Teâlâ ile irtibat kurmakla, Kur’ân’a mutlak ittibâ ile sürekli Kur’ân tilâvetiyle, Hz. Peygamber’in sünnetini yaşamakla, duâ etmekle, yaptığı günahlardan dolayı ânında istiğfâr etmekle, namazı ihsan hâlinde kılmakla,16 zekât, oruç ve hacla, cihâd etmekle, zikirle, Sâlihler meclisinde bulunmakla, hicretle, kâfir velâyetinden nefret edip Müslümanların velâyetini tercîhle, infakla, sıddîkiyetle, nasîhat ve öğütle, istişâre ve istihâreyle, sahîh evlilikle, zulme kıyamla ve ahlâk-ı hamideyle tezkiye olabilirler. Bir velînin ifâdesine göre; “Sözde letâifin çalışması kişileri aldatmamalıdır. Kendilerini öyle görmelerine rağmen şirk içerisinde olabilirler.” Bu ikrar, tasavvufta zihin ve gönül tezkiyesinin önceliğine işâret etmektedir. Bu tezkiye sağlanıp hayâtın her ânında Allâh’ı (cc) görüyormuşçasına bir bilinç kazanılmadan terakkîden bahsedilemez. Terakkînin ölçüsü; mârifette zirve, şirkin hiçbir türüne hayatta yer vermeme, ibâdetlere sünnet üzere devamdır ve mârifetin zorunlu sonucu; küfür sistemleri ve ideolojilerle hesaplaşmadır. Hayâtın her ânında küfür ve günahlarla hesaplaşmayanın terakkîsi bir aldatmacadır.
Dipnotlar:
1 Mâide 5/90
2 Nisâ 3/140; En’âm 6/68
3 Heysemî, Mecmau’z Zevaid,IV / 117.
4 Heysemî, Mecmau’z Zevaid,IV / 205.
5 Âl-i İmran 3 / 19.
6 Bakara 2 / 132-136
7 Begavî, Meâlimu’t-Tenzîl, s. 935; Dârimî, Sünen, I / 135.
8 Müslim, Îman, 70, h. no: 153, I / 134.
9 Bakara 2/208
10 En’âm 6/162
11 Hicr 15/99
12 Bakara 2 / 102.
13 Nesai, Tahrimüddem, 37, h. no: 18, VII / 111.
14 Age., h. no: 19, VII / 112.
15 İbn-i Abd’u-l Muhsin, Abdurrezzak, Fıkhu’l-Ed’ıye, Riyad, 1999, s.194-5
16 Ankebut 29/45