Rasûlullâh’ın (sav) Dilinden Sâlih Amelin Önemi

8
0

Îmânın güçlenip varlığını devâm ettirmesiyle “sâlih amel”leri çokça yapmak arasında doğru bir orantı vardır. Bundan dolayı, Kur’ân-ı Kerîm’de nerede îmandan bahsedilse berâberinde sâlih amelden de bahsedilmiştir.1 Îmân ile sâlih amelin yan yana anılması sebebiyle, birçok kelâm âlimi ameli îmandan bir cüz olarak değerlendirmiş ve sâlih amel yapmayı îmânın tanımı içinde ele almışlardır.2 Mâturidî kelâmcıları îmanla amel arasındaki ilginin önemine inanıp onu vurgulamakla berâber ameli îmândan bir parça olarak görmemişlerdir.

Hz. Muhammed (sav) amelin îmân için önemini, İslâmî emirleri hem yaşayarak hem de sözle ifâde ederek ümmetine anlatmıştır. “Allah (cc), sizin şekillerinize ve mallarınıza değil, amellerinize ve kalplerinize bakar (değer verir).”3 buyurmak sûretiyle İslâm’ın koymuş olduğu emirleri yaşamanın insana kazandırmış olduğu üstünlüğe dikkat çekmiştir. Hasan el-Basrî (ö. 110 / 728) “İnsanlar lâ ilâhe illallâh diyorlar. Bu kelimeyi söyledikten sonra kelime-i tevhîdin hakkını edâ eder ve farzları yerine getirirlerse cennete giderler.”4 demiştir. Bu sözüyle Hasan el-Basrî, îmanla berâber amel-i sâlih yapmanın değerine vurgu yapmıştır.

İnsanlar amel-i sâlihi Hz. Peygamber’i örnek almak sûretiyle gereği gibi yapacak olurlarsa, İslâmî bir kimlik de kazanmış olurlar. Sâlih amel yapmakla İslâmî kimlik kazanmak arasındaki ilgiyi Rasûlullah şu hadîs-i şerîfiyle dile getirmiştir: “Kim, bizim kıldığımız gibi namazını kılar, kıblemize yönelir ve kesmiş olduğumuz (helâl) şeyleri de yiyecek olursa o Müslüman’dır.”5 Bu hadisle Hz. Muhammed (sav), namazın Müslüman kimliği kazanmadaki ayrıcalıklı yerine de işâret etmiştir. Namazla, îmânın takviye edilmesi arasındaki bağlantı birçok hadiste yer almıştır. Hem namazla îmân, hem de sâlih amelle îmân arasındaki ilgiye O (sav) şu hadîs-i şerîfiyle işâret etmiştir: “Kim, Allâh’a (cc) hiçbir varlığı ortak koşmadan ve yalnızca Allâh’a ibâdet ederek ölür; namazını hakkıyla kılar, zekâtını verir, orucunu tutar ve büyük günahlardan da kaçınırsa cennete girer.”6 Rasûlullah (sav), sâlih ameller konusunda orta yolu tâkip etmeyi emretmiş ve “Allâh’ın, az da olsa devamlı yapılan amelleri sevdiğini”7 söylemiştir. Çünkü insanın üzerinde kendinin, çocuklarının, eşinin ve diğer yakınlarının da hakları vardır. Sürekli nâfilelerle uğraşıp hak sâhiplerinin haklarını vermemek onlara zulümdür. Allah Teâlâ zulmü herkese haram kılmıştır.

Sâlih amellerin îmânı koruyucu özelliğini her fırsatta açıklayan Hz. Peygamber (sav), amellerin şirkin etkin olduğu dönemlerde ayrı bir değer kazandığını belirtmiştir: “Sâlih amelleri çokça yapmakta acele ediniz. Karanlık geceler gibi fitneler olacaktır ki o günde kişi mü’min olarak sabahlayacak, akşama kâfir olarak çıkacak; mü’min olarak akşamlayıp sabaha kâfir çıkacak…”8 Fitnenin böyle etkin olduğu bir süreçte sâlih amelleri yapmayı Hz. Peygamber, îmânın korunma alanlarından biri olarak göstermiştir.

Hz. Muhammed (sav), sâlih ameller konusunda mü’minleri riyâdan sakındırmıştır. Çünkü riyâ, hem küçük şirktir hem de amelleri iptâl eden bir günahtır. Bu çerçevede O (sav) şu hadîsiyle Müslümanları îkâz etmiştir: “Kim gösteriş için namaz kılar, oruç tutar ve sadaka verirse Allâh’a şirk koşmuş olur.”9

Sâlih amel, Allah (cc) ile insan arasındaki iletişim yollarından biridir. Bu iletişimi en çok ve en üst seviyede peygamberler kurmuştur. İslâm ümmetinin de sâlih amel yollu Allah-insan iletişimini en samîmî bir şekilde kurmak sûretiyle bilinçli birer mü’min olmaları ve her iki âlemde de kurtuluşun yollarını aramaları gerekir. Modern dünyâda Müslümanları kâfirlerden ayıracak olan en önemli alâmetlerden birisi de sâlih amellerdir. Zîrâ insan sâdece “îmân ettim” demekle kurtulamayacak; îmânının bir bedelinin olduğunu bilecektir. Îmânın yerine getirilmesi gereken bedeli, Kur’ân ve sünnette emredilen, Hz. Peygamber’in model olduğu sâlih amelleri sâdece Allah rızâsı için vaktinde yerine getirebilmektir.

Dipnotlar:

1 Bk. Bakara 2 / 25, 82, 277; Âl-i İmran 3 / 57; Nisâ 4 / 57, 122, 173; Mâide 5 / 9, 93; A’râf 8 / 42; Yûnus 10 / 4, 9; Hûd 11 / 11, 23; Ra’d 13 / 29; İbrâhîm 14 / 23; Kehf 18 / 30, 107; Meryem 19 / 96, Hac 22 / 14, 23, 50, 56 vd.

2 Konuyla ilgili Selefiye’nin, Eş’arî’lerin, Şia ve Mutezile’nin îmân tanımlamaları için kelâm kaynaklarına bakılabilir.

3 Ahmed, Müsned, II / 285; Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Sünnet, H. no: 1168, s. 214.

4 el-Bedri, Abdurrahman b. Abdulmuhsin, Fıkhu’ledıye, s. 179-180.

5 Nesaî, Îman, 47, H. no: 9, VIII / 105.

6 Câfer et-Tahavî, Müşkilü’lâsar, Beyrut 1995, I / 262.

7 Nesaî, Îman, 47, H. no: 29, VIII / 123.

8 Müslim, 1, Îman, 51, H. no: 186, I / 110.

9 Ahmed, Müsned, IV / 126.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir