Muhabbet iki yönlüdür. Birinci yön, Allah Teâlâ’nın kulunu sevmesidir. Allah (cc) kulunu sevmezse herşey boşa gitmiştir ve bundan daha kötüsünü düşünmek bile mümkün değildir. Allâh’ın (cc) kulunu sevmesi en büyük güzellik ve mânevî makamdır. O, kuluna olan sevgisini meleklerine haber vermek sûretiyle îlân etmiştir. Hz. Peygamber (sav) de, Yüce Allâh’ın kuluna olan muhabbetini şöyle açıklamıştır: “Allah Teâlâ kulunu sevdi mi, Cebrâil’i çağırır, kendisinin filan kulunu sevdiğini bildirir ve Cebrâil’e ‘bu kulumu sen de sev’ buyurur. Cebrâil de onu sever. Cebrâil, bütün semâ ehline seslenir; ‘Allah Teâlâ, filan kulu seviyor siz de seviniz.’ Semâ ehlinin tamâmı onu sever. Onun sevilmesi husûsunda tereddütsüz kabûl konulur. (Herkes onu kayıtsız sever.)”1 Eğer, Allah (cc) bir kimseye inanç ve amelindeki bozukluktan dolayı buğzedecek olursa, aynı durum bu sefer de yeryüzünde gerçekleşir.2 Yâni yer ehli Allah Teâlâ’nın sevmediğini sevmez. Böyle ulvî bir sevgiye erişebilmek için yapılması gerekenler bizlere şu hadîs-i kudsîde bildirilmiştir: “Kulum Bana, kendisine farz kıldığım şeylerle yaklaştığı gibi hiçbir şeyle yaklaşamaz. Nâfilelerle, Bana daha da yakınlaşmaya devâm eder ve Ben de onu (bu samîmî davranışları sebebiyle) severim. Onu bir kere sevdim mi, kendisiyle hakkı duyduğu kulağı, hakîkati gördüğü gözü, (hakkı) tutan eli, yürüyen ayağı olurum. (Bütün bunları hidâyette kullanmasına yardım ederim.) Benden bir şey isterse hemen veririm; Bana bir şeyin şerrinden sığınırsa onu korurum.”3 Hadîs-i şeriften anlaşıldığı gibi, farzlara riâyet ilâhî sevgiyi celbeden en önemli anahtardır. Nâfileler ise farzların mütemmimidirler. Farzlardan bir tânesini bile zâyî eden şerîatın emirlerinden uzaklaştığı için, Allah sevgisinden de fersah fersah uzaklara düşer.
Allah Teâlâ’nın bir insanı sevip sevmediğinin en belirgin ölçülerinden birisi de dînîn en güzel biçimde mü’minin hayâtında anlam bulması ve yaşanmasıdır. Hissedilebilir bu ölçüyü Rasûlullah (sav) şöyle açıklamıştır: “Allah (cc), aranızda rızıklarınızı taksîm ettiği gibi ahlâkınızı da taksîm etmiştir. Allah Teâlâ dünyâlığı sevdiğine de sevmediğine de verir. Dînî/ilâhî emirlere uymayı ise sevdiklerine nasîb eder. Kime, dîni (kabûl ve yaşama lütfunu) vermişse mutlaka onu seviyordur.”4 Îman, mârifet, ibâdet, huşû, verâ, takvâ, ahlâk ve ihsan bilinciyle gönülleri “Hidâyet kandili mesâbesinde olan bu güzel insanların avam tarafından kıymetleri bilinmese de, onlar her zor meseleyi -Allâh’ın izniyle- çözüme kavuştururlar.”5 Allah Teâlâ’ya olan yakınlıkla velâyet makâmına eren kimseler hem ümmetin sorunlarını keşfederler hem de çözüme kavuştururlar. Çünkü onlar, ilimlerini şerîatın gözünden alırlar. İnsanlığın sorunlarına yabancı olanlardan ve ümmetin dertlerini onların velâyetini üstlenmek sûretiyle çözme gayreti göstermeyenlerden velî olmaz. Müslümanların problemlerine ilgi duymak ve çözümü yolunda çaba sarfetmek velâyetin gereğidir. Hz. Peygamber’i (sav) örnek alarak mü’minlerin meselelerine çözüm bulma gayretinde olan bu kimselere, edindikleri mânevî konum îtibârıyla kıyâmet gününde herkes gıpta eder. Rasûlullâh’ın (sav) veciz ifâdesiyle onların bu halleri şöyle vasfedilmiştir: “İnsanlardan Allâh’ın öyle kulları vardır ki peygamberlerden ve şehidlerden olmadıkları halde peygamberler ve şehidler bile onlara gıpta ederler…”6
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de, sevgisine mazhar olan kimseleri anlatmış, insanları bu amellerle donanmaya ve ilâhî muhabbeti çeken hedefleri gerçekleştirmeye çağırmıştır. Gerçekleştirilmesi gereken bu hedeflerden olmak üzere Yüce Allah; ihsan sâhibi muhsin kullarını7, takvâ ahlâkıyla bezenmiş müttakîleri8, maddî ve mânevî bakımdan temizlenenleri9, günahlarından tevbe edenleri10, yalnızca kendisine tevekkül edenleri11, başlarına gelen musîbetlerden dolayı isyân etmeyip sabredenleri12, hükmettiği zaman adâletle hükmedenleri13 ve Allah yolunda canları, malları ve dilleriyle cihâd edenleri sever.14
Allah Teâlâ, emirlerine uyup yasaklarından kaçınanları sever ama isyân edenleri hiçbir zaman sevmez. İsyan formu içerisinde; insan olduğunu unutup haddini aşanları15, İslâm’ı kabûl etmeyen kâfirleri16, yeryüzünde fesad çıkaran bozguncuları17, Allâh’ın hukûku başta olmak üzere hak sâhiplerinin hukûkuna riâyet etmeyen zâlimleri18, kibirlenip boş yere övünenleri19, hâinleri20, çirkin ve kırıcı söz söyleyenleri21, isrâf edenleri22, büyüklük taslayanları23 ve şımarık davrananları24kesinlikle sevmez.
Dipnotlar
1 Buhârî, 59, Bed’u’l-Halk, 6, c.IV, s.79.
2 Abdurrezzak, Musannef, Had.no: 19673, c.X, s.450-451.
3 Buhârî, 81, Rikak, 38, c.VII, s.190; Ahmed, Müsned, c. VI, s.256.
4 Hâkim, Müstedrek, h.no: 3671, c. II, s.485; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c.I, s.53.
5 İbni Mâce, Fiten, 16, Had.no: 3989, c.II, s.1320.
6 Abdurrezzak, Musannef, Had.no: 20374, c.XI, s.202; Ebû Dâvûd, 17, Buyû‘, 78, Had.no: 3527, c.III, s.799.
7 Bak: Bakara 2/195; Âl-i İmran 3/134, 148; Mâide 5/13.
8 Bak: Âl-i İmran 3/76.
9 Bak: Tevbe 9/108.
10 Bak: Bakara 2/222.
11 Bak: Âl-i İmran 3/159.
12 Bak: Âl-i İmran 3/146.
13 Bak: Mâide 5/42.
14 Bak: Saff 61/4.
15 Bak: Mâide 5/87.
16 Bak: Âl-i İmran 3/32; Rûm 30/45.
17 Bak: Bakara 2/205; Mâide 5/64.
18 Bak: Âl-i İmran 3/57, 140; Şûrâ 42/40.
19 Bak: Lokman 31/18.
20 Bak: Nisâ 4/107
21 Bak: Nisâ 4/148.
22 Bak: En’am 6/141; A’raf 7/31.
23 Bak: Nahl 16/23.
24 Bak: Kasas 28/76.