Hikmet, Yüce Allâh’ın mü’min kullarından sâlih olanlara vermiş olduğu bir nurdur. Hikmet sâyesinde insan doğruyu yanlıştan ayırt eder. Hz. Peygamber (sav), hikmet nûrunun kaynağının dinde ihlâs olduğunu belirtmiş ve şöyle buyurmuştur: “Kim ki kırk gün, dîni en içten bir şekilde Allah için ihlâslı olarak yaşarsa kalbindeki hikmet pınarları, dilinde (konuşmalarında) ortaya çıkar.”1
Kur’ân-ı Kerîm kavramları konusunda derin araştırmalar yapan Muhammed el-Behiy hikmetle ilgili çeşitli tanımlar yaptıktan sonra İsrâ Sûresi’ndeki: “Bunlar, Rabbinin sana vahiy etmiş olduğu hikmetlerden bir kısmıdır…”2âyetinden yola çıkarak, âyetin öncesinde tek tek sayılan şu davranışların da hikmet olduğunu vurgulamıştır:
1- Yalnızca Allâh’a ibâdet edip O’na ibâdette hiçbir varlığı ortak koşmamak;
2- Anneye ve babaya şerîatin emrettiği çerçevede iyilikle muâmelede bulunmak;
3- Yakın akrabâların, yetimlerin ve fakirlerin üzerimizdeki haklarını edâ etmek;
4- Şahsî harcamalarında dengeli davranıp cimrilikten ve israftan kaçınmak;
5- Anne ve babaların fakirlik korkusu ile çocuklarını öldürmemeleri;
6- Zinânın her türlüsünden uzak durup zinâya yaklaştıracak davranışlardan kaçınmak;
7- Hiçbir cana haksız yere tecâvüz etmemek; öldürmemek;
8- Yetimlerin ve güçsüzlerin mallarına haksız yere yaklaşmamak; yememek;
9- Verilen sözleri yerine getirmek;
10- Her türlü muâmelede adâleti gözetip hak ve sorumluluklara riâyet etmek;
11- İnsanların gizliliklerini araştırmamak ve kendisini ilgilendirmeyen şeylerin peşine düşmemek;
12- Yürüyüşte ve davranışta alçak gönüllü olup kibirlenmemektir.
Bütün bu anlatılanlardan sonra hikmeti tanımlarsak; vahyi hayâtın merkezine alarak, îmân edilen peygamberin önderliğinde ibâdet etmek ve ibâdetle nitelikli bir ömür sürüp helâller ve haramlar husûsunda titiz davranmak; elde edilen ilâhî nûr ile eşyânın hakîkatine ermek; hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak bilmektir. Olaylara risâlet misyonuyla bakabilmektir. Her atılan adımda Allah beni görüyor ve biliyor bilinciyle hayâta anlam vermektir.
Dipnotlar:
1 Dârimî, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman, es- Sünen, c. I, s. 359.
2 İsrâ 17 / 39.