Kişinin kendisini muhâsebeye çekmesi ile ilgili Kur’ân’dan birçok delil bulmak mümkündür. “Üzerinize koruyucu (yaptıklarınızı zaptedici melek)ler vardır; değerli yazıcılar. Yaptığınız her şeyi bilirler.”1 âyeti, insanın denetlenme bilincini kazanıp kendine çekidüzen vermesine yeter. Tüm bu âyetlerden ortaya çıkan sonuca göre muhâsebe; “nefsi birtakım değişmelere tâbî tutarak terbiye etmek ve ardından mücâhedeye sarılmaktır.” Bu mücâhede ve muhâsebe duygusunun zorunluluğunu Hz. Ömer (r.a) şöyle dile getirmiştir: “Hesâba çekilmeden önce kendinizi hesâba çekiniz. Amellerin arz edildiği büyük gün için hazırlık yapınız. Ancak dünyâda iken kendilerini hesâba çeken insanların hesapları kolay olur.”3 Bu tavsiyeler sadedinde Allâh’ın velî kullarından bāzıları, her konuştuklarını ve yaptıklarını bir deftere kaydetmişler ve yatsıdan sonra da kendilerini hesâba çekmişlerdir. Defterlerini açınca, istiğfar ve tevbeyi gerektiren bir durum var ise hemen tevbe-istiğfar etmişler; eğer şükrü gerektiren bir durum var ise o zaman da şükretmişlerdir.4Buradaki şükür, amelî şükürdür. Çünkü Amele dayanmayan ve kulun üzerinde tesiri görülmeyen şükür, şükür değildir. İnsanın düşünce ve amel bakımından hurâfelerle kuşatılıp inancının yok edilmeye çalışıldığı sosyo-siyâsal ortamlarda yaşayan Müslümanların muhâsebeyi anlık olarak yapmaları zorunludur. Bilinmeli ki zālim siyâsetin etkin olduğu yerlerde yaşayan bütün Müslümanlar ītikâdi olarak risk taşımaktadırlar.
Hz. Peygamber’in (sav) “günde yetmiş veya yüz defa yapmış olduğu istiğfar”5, muhâsebe bilincinin bize bir başka yansıması değil midir? İnsanın, her zaman Allâh’ın (cc) denetlemesi altında olduğu hissini taşıyıp bu ruh yüceliğini hatırından çıkarmamasına Hz. Peygamber “İhsan” adını vermiştir. İnsanın, Allâh’a (cc) en çok yaklaştığı ibâdet esnâsında bu ruh hâlini zirveye taşıması istenmiş ve teşvik sadedinde şöyle buyurulmuştur: “Allâh’ı görüyormuşçasına ibâdet et, sen onu görmüyorsan da O, seni görüyor.”6 Hz. Muhammed’in (sav) bu hadîsi, kulun muhâsebe ve murâkabe hâline işârettir. Böyle bir hâle erişebilmek, kişi için her hayrın temelini teşkîl eder. İnsan böyle bir mertebeye ancak “muhâsebe” hâlinden çıktıktan sonra erişebilir.7
Allâh’ın isim ve sıfatlarını gereği gibi anlama ameliyesinin sonunda varacağımız sonuç şudur: Allah (cc) kulunu sürekli gözetmekte, ona bakmakta, onun sözlerini işitmekte, her zaman ve mekânda kulunun fiillerini bilmektedir. Hattâ öyle ki onun nefes alıp vermesine, göz açıp kapamasına ve “içinden geçenlere”8 bile âşinâdır. Allâh’ın, kulunun tüm eylemlerine vâkıf olması, onun kuluna özgür bir alan tanımadığı anlamına gelmez, bilakis; Yaratanın kuluna her an yakın olması, Allah’la insan arasında bir sevgiye ve kulun hareketlerini güzel yönde geliştirmek sûretiyle kābiliyetlerini artırmasına sebep olur. Vaktini de güzel şeylerle değerlendirmesine vesîle teşkîl eder. Bu bağlamda, murâkabenin netîcesiyle ilgili Cüneyd (k.s) (ö: 297/910) şöyle demiştir: “Kim hayâtında murâkabeyi gerçekleştirirse Rabbinden gāfil olduğu bir ânın geçmesinden korkar.” Tasavvuf yoluna dâhil olanlar için ālimler, üç şeye özellikle dikkat edilmesini istemişlerdir. Bunlar; muhâsebe, murâkabe ve ameli ilimle yönlendirmektir.9
Kişi, muhâsebe ve murâkabenin asıllarını içerisinde bulunduran Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet’ten aldığı şuurla, bireysel anlamda bu iki temel kavramı hayâtında içselleştirmelidir. Muhâsebe ve murâkabeden çıkaracağı sonuç, önce bireysel anlamda kişinin kendi hayâtının yarınlarını projelendirmek ve projesinin uygulanabilirliğine bağlı olarak insanlar için ahlâkī hükümler üretmek olmalıdır. Muhâsebe ve murâkabe, model insan Hz. Muhammed’e (sav) benzeme husūsunda hayâtın bireysel alanını onun hayâtıyla örtüştürme konusunda uygulanabilir şeyler ortaya koymuyorsa amacına ulaşmamıştır. Bu konuda olumlu bir netîce aldıktan sonra muhâsebe ve murâkabenin kolektif boyutuna sıra gelmektedir ki bu; topyekûn mü’minler olarak durumumuzu gözden geçirme ve muhâsebenin sonucuna göre de Müslümanları târihin öznesi yapabilecek tevhîdi; sosyal, siyâsî, hukūkī, ahlâkī ve ilmî projeleri ortaya koyabilmektir. Böyle bir bilinç hâlini vahiyle temellendirmek sûretiyle Müslümanlarda toplumsal bir hâfıza oluşturarak muhâsebe ve murâkabe eksenli bir karakter meydana getirebilirsek gelecek için daha da umutlu olabiliriz. Yüce Allah “…Allah gezip dolaştığınız yerleri de varacağınız yeri de biliyor.” buyurmak sûretiyle mü’minleri dâimî bir muhâsebeye çağırmaktadır.
Dipnotlar
1 İnfitar 82/10-12.
3 Muhâsibî, Haris, Risâletü’l-Müsterşidin, s. 80.
4 Muhâsibî, Haris, a.g.e, (Talik; Abdulfettah Ebu Gudde) s. 81.
5 Ebu İsa Muhammed b. İsa, Tirmizi, V, 383.
6 Müslim, Kitâbu’l-İman, I, 157.
7 Kuşeyrî, Abdulkerim, Risâle-i Kuşeyrî (çev: Ali Arslan), s. 238.
8 Bakara 2/235.
9 İbni Kayyım, Şemsuddîn Ebu Abdullah, Medaricu’s-Salikin, II, 67-68.