Gönül beytullahdır. Misâfirleri, yoluna düşen âşıklardır. Evin gümüşten altından olması değil, hânede meskûn olandır aranan. “Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn” mekânın şerefi, onda saklı değerdir. Bu sebeble Rabbimiz (cc): “Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.” Amel, niyyet ve ihlâsla değerlidir. Peygamber Efendimiz (sav) bir defasında, eliyle göğsünü işâret ederek üç kere: “Takvâ işte buradadır”buyurmuştur. Tadılan taâmdan istenen lezzettir. Îman da hakîkatte, şu üç haslettir: “Allâh’ı Rab, İslâm’ı din, Muhammed -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i peygamber olarak benimseyip onlardan râzı olan kimse, îmânın lezzetini elde etmiştir.”
Ehl-i hâl, haz ve lezzeti şu değerlerde arar. Gecenin tadı münâcâtta, gündüzün lezzeti tâatte, dünyânın hazzı zikirde, âhiretin zevki bağışlanmada, cennetin kıymeti Cemâl-i İlâhî’dedir. Dünyalar ikrâm edilse, asıl ikram tatlı söz ve tebessümdür. Resûlullah (sav): “Tebessüm sadakadır.”, “Güzel söz sadakadır.” buyurur. Dış, için aynasıdır, “Secde izinden oluşan nişanları, yüzlerinde tevâzu, şefkat, sevecenlik ışıltısı halinde parlamakta.” buyurur Allah (cc) Fetih sûresinde. Biz birbirimizi görünce tanırız zâhiren. Gönül ehli görmeden de tanır. Rum’dan Süheyb (ra), İran’dan Selman (ra), Afrika’dan Bilal (ra) koşar gelir İlâhî Nûr’a. Enbiyâdan söz alır Rabbimiz, Habîb’inin risâletine, tâbilerine de duyurmalarına şâhitlik eder. Bin sene önce Melik-i Tübba, daha niceleri îmân etmiştir O’na. Abdullah bin Selâm, “Rasûlullâh’ın yüzünü görünce, anladım ki, O’nun yüzü yalancı yüzü değildir.” diyerek, İslâm ile şereflenir. Görülen nübüvvetin nûrudur.
Rabbimiz fazîleti, ibâdetten alınan nasible ifâde buyurur. “(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitâb’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allâh’ı anmak elbette (ibâdetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût, 45.)
“Bir mü’min, güzel ahlâkı sayesinde, gündüz oruç tutup gece namaz kılan kimselerin derecesine ulaşır.” buyurur Sevgili Peygamberimiz (sav)
Gönlünü ortaya koyanlar kazanır yarışı. “İnsanların diriltileceği gün ve Allâh’a temiz bir kalple gelenler dışında malın da çocukların da fayda vermeyeceği gün beni mahcûp etme!” (Şuarâ, 87-88.) Bir başka hadiste: “Kalbi dürüst olmadıkça kulun îmânı doğru olmaz.”
Başını eşiğe koyan birine Hacı Hasan Efendimiz “gönlünü ko” buyurur. Hiç bir şey sûrette değildir. Îman tasdikte, onun da yeri kalbdir. İbâdet ihlâsda, onun mekânı da kalbdir. Ahlâk zorlanmadan yapılan davranıştır. Ahlâkın da menşei kalbdir. Dostlar çoktur, ama gönül dostu azdır.
Bütün peygamberler Allâhü Teâlâ’ya âşıktır. Peygamber Efendimiz’e ise Allâhü Teâlâ âşıktır.
“Dedi ki mahbûbu matlûbun benem
Sevdiğin can ile mâbûdun benem
Gece gündüz durmayıp istediğin
N’ola ki görsem cemâlin dediğin
Gel Habîbim Sana âşık olmuşam
Cümle halkı Sana bende kılmışam
Ne murâdın var ise kılam revâ
Eyleyem bir derde bin türlü devâ”.
İbrâhim aleyhisselâm’a Halîlullâh (Allâh’ın dostu), Mûsâ aleyhisselâm’a Kelîmullah (Allâh’ın kendisiyle konuştuğu zât), Âdem aleyhisselâm’a Safiyyullah (Allâh’ın, ihsânıyla seçilmiş olarak yarattığı zât), Nûh aleyhisselâm’a Neciyyullah (İlâhî feyizlere kavuşan zât) gibi güzel isimler verdi, Peygamber Efendimiz’e ise Habîbullah (Allah Teâlâ’nın sevgilisi.)
“Gönül Calab’ın tahtı, Calap gönüle baktı
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise”
Mevlâ’nın muhabbet hânesi olan kalb, yârânını ister.
Herkes sevdiğiyle haşrolur. Allah Teâlâ için sevişen, Allah Teâlâ için kullukta bulunanlar birbirlerini ararlar. Dünyâyı ve ukbâyı terkedip Mevlâ’yı arayanlar birbirlerini bulurlar. Kur’ân-ı Kerîm ehli ve seher yârânları birbirlerini kudsî âlemde anarlar. Âlem-i Lâhut’ta kanat çırpanlar Lâ mekân âleminde buluşurlar. Cennetin ötesinde Cennet’ül Müşâhede’de sözleşirler. Gel şimdi bunları ara da bul. Eksilmezler ama tanıyanları azdır. “Ümmetimden Allâh’ın emirlerine uygun davranan bir tâife her zaman var olacaktır. Onları yalanlayanlar muhalefet edenler onlara zarar veremeyecektir. Bu, Allâh’ın emri gelene kadar böyle devâm edecektir.”