TERÂVÎH NAMAZI

74
0

Terâvîh namazının meşrû oluşu icmâ-i ümmet ile sâbittir. Râfızîler hâricinde bunu kimse reddetmemiştir.[1]Terâvîh namazı 20 rek’attır. İmam Serahsî el-Mebsût adlı meşhûr eserinde terâvîh namazı hakkında “Tevârüs yoluyla gelen bir sünnet mi yoksa mutlak olarak sâdece nâfile bir ibâdet midir?” diye bir fasl açmış ve burada öğrencisi Hasan b. Ziyad kanalıyla İmâm-ı A’zam Ebû Hanife’nin şu sözlerini nakletmiştir: “Terâvîh namazı terkedilmesi câiz olmayan bir sünnettir.” Bunun gerekçesini de şu şekilde açıklamıştır: “Peygamber Efendimiz (sav) terâvîh namazını cemâate kıldırmış, daha sonra da mescidde cemâatle edâ etmeyi terk edip bunu Müslümanlar üzerine farz kılınma endîşesinde olduğu için terk ettiğini bildirmiştir. Efendimiz’in irtihâlinden sonra ise -artık farz kılınma endîşesi olmadığı için- Hz. Ömer (ra) kendi halîfeliği döneminde sahabenin büyükleriyle birlikte cemâatle kılmış ve bu uygulamayı reddeden olmamıştır.”[2]

Terâvîh namazı on selâmla kılınan yirmi rekât namazdır. Her dört rekâtta bir tervîha (dinlenme amacıyla oturma) ile toplamda beş tervîha vardır. Hz. Ömer (ra) bir Ramazan-ı şerîfte Allah Rasûlü’nün Ashâbını toplayarak, Übey b. Kâ’b’ın imamlığında her gece yirmi rekât kılınmasına vesîle olmuştur. Ashab-ı Kiram’dan hiç kimse bunu reddetmemiştir. Böylece Sahabenin icmâsı oluşmuştur.[3]

İmâm-ı A’zam “Terâvîh namazı sünnet-i müekkede’dir. Hz. Ömer (ra) bu namazı cemâatle kılma uygulamasını ihdâs etmedi ve bunu ilk defa yapan da değildir. O (ra), Rasûlullah (sav) zamanında yapılan bir husustan ve sâhip olduğu sağlam bir dayanaktan başkasını emretmemiştir.”[4] “Terâvîh namazı sünnet olsaydı Rasûlullah (sav) kılmaya devâm eder, hiç terketmezdi denilirse buna şu şekilde cevap verilir: Rasûlullah (sav) Müslümanlara farz kılınma endîşesi ile cemâati terk etmiştir deriz.”[5]

Hz. Ali şöyle demektedir: “Ömer (ra) mescidlerimizi nurlandırdığı gibi Allah (cc) da onun kabrini nurlandırsın.[6]Terâvîh namazı, sünnet-i müekkede’dir. Tek başına ya da cemâatle vakti dışında kazâ edilse bu kılınan namaz müstehab bir nâfile namaz olur. Farz namazlar yanında kılınan revâtib sünnetler gibi kazâ edilemez.”[7]Hulefâ-i Râşidîn’den üçü, terâvih namazını cemâatle kılmaya devâm ettikleri ve Ashâb-ı Kirâm da onlara muvâfakat ettikleri için bu şekilde kılınması icmâyla sünnettir. Nitekim günümüze kadar da böyle devâm edegelmiştir.[8]

Terâvîh namazının cemâatle kılınması sünnet-i kifâyedir. Bütün bir mahalle ahâlisi cemâatle kılmayı bırakıp evlerinde kılacak olsalar sünneti terk ile isâette (sünnete muhâlif tavırda) bulunmuş olurlar. Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî fakîhlerin çoğunluğu, Hz. Peygamber’in vitir dâhil yirmi üç re‘kat namaz kıldığı yolundaki rivâyetten ve sahâbe uygulamasından hareketle terâvîhin yirmi rek‘at olduğu görüşünü benimsemiştir.[9] İmam Mâlik’in terâvîhin otuz altı rek‘at olduğunu savunduğu nakledilmekte, ayrıca yirmi rek‘at olduğu yönünde bir görüşü de bulunmaktadır.[10] Bütün bunlar arasında yirmi rek‘at rivâyeti güç kazanmış ve İslâm toplumunda gelenek bu doğrultuda gelişmiştir. Terâvîh namazını her iki rekâtta bir selâm vermek sûretiyle on selâm ile bitirmek efdaldir. Dört rekâtta bir de selâm verilebilir. Sekizde, onda hattâ yirmide bir selâm vermek sûretiyle kılmak da câizdir. Fakat mekruh görülmüştür. Terâvîhin her bir rekâtında on âyet okunması müstehaptır. Çünkü bu sûretle devâm edilirse Ramazan boyunca bir hatim tamamlanmış olur.[11]

Sonuç olarak;

  1. Sevgili Peygamberimiz ‘in (sav) terâvîh namazını kılmaya teşvîk etmesi,
  2. Terâvîh namazının sünnet-i kifâye olması,
  3. Ömer (ra) zamânından günümüze kadar 20 rekât olarak kılınması,
  4. Ashâb-ı Kirâm’ın icmâsının olması ve zarûret durumu hâriç, onların icmâsına muhâlefet edilemeyeceği,
  5. Terâvîh namazının 20 rekât kılınmasının tevârüs yoluyla kesintiye uğramadan gelmesi…

Yukarıda arz edilen gerekçeler netîcesinde anlaşılan şudur ki; terâvîh namazı sünnet-i müekkededir ve anlatılan şekliyle kılınması esastır. Allah Teâlâ en iyi bilendir.

Dipnotlar:

[1] Muhammed b. Ahmed b. Ebî Sehl Şemsüleimme es-Serahsî, el-Mebsût, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 2/143.

[2] Serahsî, el-Mebsût, 2/145.

[3] Alâuddin Ebû Bekr b. Mesûd ei-Kâsânî el-Hanefî, Bedâiu’s-sanâi’ fî tertîbi’ş-şerâi’, 1. Basım, Beyrut, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, thk. Ali Muavvaz, Âdil Abdulmevcûd, 1/288.

[4] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el-Mevsılî el-Hanefî, el-İhtiyâr li-ta’lîli’l-Muhtâr, Ta’lik: Mahmûd Ebû Dakîka, Beyrut, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, y.t. 1937, 1/68.

[5] Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd Ekmelüddin el-Bâbertî, el-İnâye şerhu’l-Hidâye, Dâru’l-fikr, 1. Basım, Lübnan, 1/467.; Bâbertî, el-İnâye, 1/468.

[6] Şeyhîzâde Dâmâd Efendi Abdurrahmân b. Muhammed b. Süleyman, Mecmau’l-enhur fî şerh-i Mültekâ’l-ebhur, Dâru İhyâu’t-turâsi’l-arabî, Beyrut, 1328, 1/136.

[7] Muhammed Emîn İbn Âbidîn ed-Dimaşkî, Hâşiyetu Reddi’l-muhtâr ale’d-Dürri’l-muhtâr, Dâru’l-fikr, Beyrut, 2. Basım, 2/44-45.

[8] İbn Âbidîn Reddu’l-muhtâr, 2/43.

[9]  İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1409/1989, II,163-164; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1414/1994, II, 496.

[10] İbn Rüşd İbn Rüşd, el-Beyân ve’t-taḥṣîl (nşr. Saîd A‘râb), Beyrut 1404/1984, II, 309-310

[11] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihâli, Bilmen Yayınevi, İstanbul, s. 155.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir