HACAMAT (KAN ALDIRMAK) SÜNNETTİR 

220
0

Bir peygamber olarak insanlara ilahi hakikatleri tebliğ etmekle yükümlü olan Resul-i Ekrem, bir insan olarak da tebliğ alanına girmeyen değişik konularda görüş beyan etmiştir. Bu konulardan birisi de tıptır.

HACAMAT
Allah Resulü (sav) hem kendisi hastalanınca hem de çevresindekilerin sağlıkları bozulunca, çeşitli tedavi yollarından ve ilaçlardan bahsetmiş ve bunlardan bazılarını tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber’in tıpla ilgili söz konusu görüş, 

öneri ve tavsiyeleri hadis literatüründe “Tıbb-ı Nebevt” veya “Kitabü’t-tıbb”başlıklı bir edebiyata vücut vermiştir. Ünlü hadis alimi İbn Hacer el-Askalani (852/1449) Hz. Peygamber’in ,bedenlerin değil kalplerin tabibi olduğunu söyler: “Tıp (tedavi) iki türlüdür: 

Birincisi bedenin tıbbı, ikincisi kalbin tıbbıdır. Kalbin tıbbı, ancak Resul-i Ekrem’in Yüce Allah’tan getirdiği (din) ile olur. Bedenin tıbbına gelince, bu konuda hem Allah Resulü’ne hem de başka insanlara ait sözler vardır ve bunların çoğu tecrübeye dayanır.” 

SÜNNET
Allah Resulü’nün Müslümanlar için örneklik teşkil eden sözleri, davranışları ve onayları anlamına gelirken, genel anlamda sünnet ile Hz. Peygamber’in genel örnekliği ve rehberliği kastedilir. Sünnet ayrıca “Medine toplumu vedevleti içinde Hz. Muhammed’e (sav) sosyal, siyasal, ekonomik ve ahlakı tüm sahalarda rehberlik eden esaslar” şeklinde bir dinl ilke ve değerler manzumesi olarak da tanımlanabilir. 

Hanefi fakihler sünnet tasnifinde sünnet-i hüda ve sünnet-i zevaid tabirlerini kullanarak sünnete mahiyeti itibariyle farklı bir bakış açısı getirmişlerdir. 

Buna göre:

a) SÜNNET-İ HÜDA
Yerine getirilmesidinl bir emir ve gereklilik olan sünnetlerdir. Bunu terk eden kimse bir kerahet veya kötülük (isaet) işlemiş olur. Namazı cemaatle kılmak, ezan ve kamet gibi dinin şeairinden olan hususlardaki sünnetler sünnet-i hüda kapsamındadır.

b) SÜNNET-İ ZEVAİD
Hz. Peygamber’in, Allah katından bir tebliğ veya Allah’ın dinini açıklama niteliği taşımaksızın insan olarak yaptığı davranışlara “zevaidsünnet” veya “adet sünneti” denilir. Hz. Peygamber’in giyim kuşam ve yeme içme tarzı, kişisel zevkleri, kına ile saç ve sakalını boyamış olması bu kapsama girer. Esasen bu fiiller dinl mükellefiyet çerçevesinde değildir. Yapılması dinen tavsiye de edilmemiştir.  

Bununla birlikte bir Müslüman, Hz. Peygamber’in bu tür davranışlarını ona olan sevgi ve bağlılığından dolayı yaparsa sevap kazanır ve övgüye layık olur. Terk ederse kınanmaz ve kötülük (isaet) işlemiş olmaz.(Hadislerle İslam,1/135) 

Ancak şunu hatırlatmakta fayda vardır. Herşeyden önce sahâbîlerin her fiillerinde Hz. Peygamber’i örnek alma anlayışlarını hatırlamak gerekir. Bildiği Sünneti Yaşama” konusunda görüleceği gibi sahâbîlerin sünnete bağlılığı bizzat şâhidi oldukları konularda daha tavizsiz bir davranışa dönüşmüştür. Onlar, i’tisâm konusunda tavizsizliği, sünnetin bütünlüğünü dikkate alarak bir ayırıma gitmeden hayatın her safhasında sürdürmüşlerdir. Bu konuda yüzlerce binlerce örnekten birkaç tanesiyle iktifa edelim. 

Sünneti vazgeçilmez sayan sahâbîlerin tavizsizliklerinin göstergelerinden biri de zor şartlar altında, canı pahasına da olsa sünneti yaşamaya çalışmalarıdır. Hz. Peygamber, Müslümanların biatlarını “Kolay ve zor; sevinçli ve kederli zamanlarda dinleyip itaat etmek” şartıyla kabul etmişti. Rasûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hz. Fâtıma’ya, uyuyacağı zaman okuması için bazı zikirleri tavsiye ettiğini öğrenen Hz. Ali, ilk muhatap kendisi olmadığı halde bu sözleri, hiç terk etmediğini söylemiştir. “Sıffin gecesinde de mi terketmedin?” diye sorulunca “Sıffin gecesinde de terk etmedim” demiştir. (Abdurrezzâk, Musannef VI, 113) 

Tabiî olarak dinin, hayatın her yönüyle ilgilendiğini bilmeyen bir müşrik Selman’a “Arkadaşınız (Hz. Peygamber) size, abdest bozmaya varıncaya kadar her şeyi öğretiyor” deyince Selman: “Evet, küçük veya büyük abdest yaparken kıbleye dönmemizi, sağ elimizle taharetlenmemizi, taharetlenirken üçten az taş kullanmamızı yasakladı” demiştir. Tîbî (v. 743/1342), bu konuda “Burada Selman’ın (v. 36/656) cevabı gayet hakîmânedir. Müşrik istihza yoluyla Selman’ı güç durumda bırakmak, cevap veremez hale getirmek isterken, Selman müşriğin istihzasına aldırmamış, ciddi bir suale muhatap olan bir mürşid gibi davranmıştır” demiştir. (Hatipoğlu, İbn MâceTerceme ve Şerhi I, 505) 

Hz. Ali de tuvaletten çıktıktan sonra abdest almadan (ezbere) Kur’ân okumuş, bu durumu garipseyenlere, Rasûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) da bu durumda abdest almadan kendilerine Kur’ân okuduğunu söylemiştir.( Ahmed b. Hanbel I, 84, 107; İbn Mâce, Tahâret 105; Ebû Dâvûd, Tahâret 90.  Doç. Dr. Aynur URALER,Sahabnin sünnete bağlılığı ) 

Hacamata gelince:Hacamat: Sağlığı koruma veya tedavi amacıyla kan alma.Kelimenin aslı Arapça hicâme(t) olup “emmek” anlamındaki hacm kökünden gelir; hacamat yaptırmaya ihticâm, bu işi meslek edinen kişiye haccâm, kullandığı fanus ve bardak gibi aletlere de mihcem (mihceme) denir. 

Tıp tarihinde kan alma yöntemiyle tedavinin ilk defa nerede ve ne zaman başladığı konusunda kesin bilgi yoktur. Hipokrat ve Galen (Câlînûs) gibi Eskiçağ’in ünlü hekimleri bu teoriyi benimsediklerinden onları izleyen İslâm hekimleri de dahil bütün dünya asırlarca hastadan kan almayı en güvenilir tedavi yöntemi diye kabul etmiştir. Klasik tabâbette hemen her hastalığın kandan kaynaklandığı kanaati hâkim olduğu için tedavi sırasında akla derhal kan almak geliyor ve ilk önce bu yola başvuruluyordu. Bu yöntemin özellikle XVII. yüzyılda çok yaygın uygulandığı, bu yüzden yetkililerce her hekimin kan alma usulünü bilmesinin şart koşulduğu görülmektedir. 

Hacamatın Hz. Peygamber zamanında da sağlığı koruma ve bir tedavi metodu olarak uygulandığı, bizzat kendisinin hacamat yaptırdığı, hatta hacamatı teşvik ettiği bilinmektedir. Hacamat o dönemde uygulanan en iyi tedavi metotları arasında sayan (Buhârî, “Ŧıb”, 13; Müslim, “Müsâķāt”, 62, 63) Resûl-i Ekrem’in ve ashabının genel olarak ağrıya ve baş ağrısına karşı (Buhârî, “Ŧıb”, 15; Ebû Dâvûd, “Ŧıb”, 3) baş, omuz, boyun damarları, kalça ve ayağın üstünden hacamat yaptırdığı (Buhârî, “Ŧıb”, 14, 15; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 35, “Ŧıb”, 4, 5; Tirmizî, “Ŧıb”, 12; İbn Mâce, “Ŧıb”, 21), hacamatın akla ve hâfızaya kuvvet verdiğini söylediği (İbn Mâce, “Ŧıb”, 22) rivayet edilmektedir. 

Bazı hadislerde pazartesi, salı veya perşembe günleri, ay içinde de on yedi, on dokuz ve yirmi birinci günler hacamat yapılması tavsiye edilmiş (Ebû Dâvûd, “Ŧıb”, 5; Tirmizî, “Ŧıb”, 12; İbn Mâce, “Ŧıb”, 22), ayrıca vücudun hangi bölge ve damarlarından kan alınmasının uygun olacağına ilişkin bazı bilgilere ve uygulama örneklerine yer verilmiştir (Ebu Dâvûd, “Ŧıb”, 5; İbn Mâce, “Ŧıb”, 21). İbn Kayyim el-Cevziyye, hadislerde mevcut tavsiye ve bilgilerin, dönemindeki tıp âlimlerinin tesbitleriyle uyum içinde bulunduğunu, meselâ bu âlimlerin kanaatine göre ayın hareketine bağlı olarak kan basıncının arttığını, ay ortası ile onu takip eden haftanın hacamat için en uygun zaman olduğunu, âcil durumlar hariç bu zaman dilimi içinde hacamat yapmanın daha faydalı olacağını söyler (eŧ-Ŧıbbü’n-nebevî, s. 42, 45).  

Ayın kendi yörüngesi üzerindeki çeşitli konumlarına göre denizlerde, hatta karalarda ve atmosferde med ve cezir olaylarının meydana geldiği, bunun da yeni ay ve dolunay dönemlerinde en yüksek seviyeye ulaştığı bilinmektedir. Günümüzde yapılan bazı araştırmalar ayın insan vücudu üzerinde de benzer etkiler meydana getirdiğini, dolunay günlerinde vücuttaki hormon ve sıvı dengesinde değişmeler görüldüğünü, kadınlardaki doğum ve âdet görme kanamalarının daha şiddetli olduğunu ortaya koymuştur. Bu sebeple hacamat için belli zaman dilimleri tavsiye eden hadislerin hadis tekniği açısından incelenmesi yanında yeni ilmî araştırmalar ışığında değerlendirilmesinden de ilgi çekici sonuçların çıkacağı anlaşılmaktadır. 

Hz. Peygamber’in, kendisine hacamat uygulayan ve aynı zamanda bir köle olan Ebû Taybe’ye bir ödemede bulunduğu bilinmektedir (Buhârî, “BüyûǾ”, 39, “Ŧıb”, 13).  Hz. Peygamber’in ihramlı iken hacamat yaptırmıştır. (Buhârî, “Śavm”, 32, “Ŧıb”, 12, 14, 15; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 35); bundan dolayı ihramlının hacamat yaptırması câiz görülmüştür.  

Hacamatın abdesti bozup bozmadığı konusunda mezheplerin kanamayla ilgili görüşleri geçerlidir. Kanamanın abdesti bozduğunu söyleyen Hanefî, Hanbelî ve Zeydî âlimlerine göre kanlı hacamat abdesti bozar, Şâfiî ve Mâlikî mezheplerine göre ise bozmaz.(DİA,Özet) 

Buna göre hacamat sünnettir. Bir kimse hacamatı peygamberimize benzemek, onu örnek almak ve ona olan muhabbetinden dolayı hacamat yaptırırsa sevap kazanır. Bu sünneti işlemezse günahkar olmaz. 

YETİM
Ancak Sevgili peygamberimizin “YETİM” olarak dünyayı teşrif  etmesi peygamberimizin sünneti değildir.. Allah’ın iradesidir, dilemesidir, takdiridir, sünnetidir. Sünnetullahtır. Sünnetüllah ise bağlayıcıdır. Kişilere göre değişmez. Allah peygamberimiz hakkında böyle dilemiştir. Bunda hikmetler vardır. Peygamberimiz yetimdir diye bizim de yetim olmamız bu konuda ona benzememiz gerekmez.  

Birilerinin “madem peygamberimiz yetimdi biz de babamızı öldürelim yetim olarak ona benzeyelim” gibi bir kıyas yapması cehalet, haddi aşmak, usul bilmemek, bilerek konuları çarpıtmak, sünneti hafife almak ve sünnetleri karıştırmaktır. 

ESAM ARAŞTIRMA GURUBU 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir